Bir dönem İstanbul’un silueti ülkenin gündem konusu haline gelmişti. Hatırlarsınız, Zeytinburnu’nda sahile dikilen 3 adet gökdelen, şehrin diğer tarafında tarihi yarımadanın arkasında kalıyordu. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Ayasofya ve Sultanahmet Cami’sinin tarihi silueti gökdelenler tarafından bozulmuştu. Mahkeme gökdelenlerin tıraşlanması kararını verse de inşaat sahipleri daireleri çoktan Araplara satmıştı bile. Hali hazırda bir gelişme yok, kuleler bitmiş şekilde İstanbul’un yarası olmaya devam ediyor.

Şehrin her yerinde bir tarihi esere denk gelirken asıl tartışılması gereken bunların nasıl korunması değil midir? Şehrin coğrafi olarak güzel olduğu su götürmez bir gerçek, peki ya tarihi doku hakkında aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Haliç üzerine yapılan metro geçiş köprüsü de beraberinde siluet tartışmalarını tekrar alevlendirmişti. Bu kez tarihi silueti bozulan yer Mimar Sinan’ın dünya harikası Süleymaniye Cami’siydi. Uzun süre yapılıp yapılmayacağı hakkında tartışmalara konu olan köprü, biraz kısaltılarak açılalı neredeyse 1 yıl oluyor. Haliç’in ortasındaki çelik yığını, görüntüsüyle nereden bakarsanız bakın insanın gözünü tırmalıyor. Karşılaştırmak adına söylüyorum, Budapeşte’deki asma köprüleri görünce insan gerçekten hayret ediyor. Bir de gelip Haliç üzerine kondurduğumuz köprüye bakıyorum, sonra geçiyor…

Galata Kulesi’ne yapılanlardan söz dahi etmeyeceğim. Kule etrafına atılan plastik sandalyeler ve hemen yanı başına kurulan seyyar çaycı…

Resmen yağmalanan bir şehir duruyor karşımızda. Bunlar tarihi katlettiğimiz yerler. Bir de bu coğrafi güzelliği bitirdiğimiz yerler var. Mesela Ataköy sahilinde yapılanları gördünüz mü? Otel sahipleri eminim oldukça memnundur, zira deniz kenarına sudan ucuza otel yapmayı başarı olarak gördüklerine eminim.

Şehir inanılmaz bir dönüşüm yaşıyor. Tarihi binalar yerlerini yüksek katlı binalara, etrafı tellere çevrili sitelere bırakıyor. O özlemi duyulan “sıcak ev” konsepti, çağın gerekliliklerine uygun olarak yerini stüdyo dairelere bırakmış. Stüdyo daireleri İstanbul’a benzetiyorum. Hep acelesi olan…

Herkes kendi evinin önünü süpürmeli, İstanbul’un siluetlerinden önce kendi mahallemin siluetini korumam gerekiyor. Yağmalamanın en büyüğü kesinlikle Şişli’de yer alıyor. Nereye baksanız bir yerden gökdelen yükselmiş. Avrupa’daki hemen hemen hiçbir şehrin tarihi İstanbul’dan eski değil. Ancak İstanbul yağmalamanın kurbanı olarak bu tarihi niteliğini yitireli çok oluyor. Hani insan Roma’ya gerçekten hayret ediyor ya, işte o mesele. Paris’te, Londra’da, Barcelona’da da gökdelenler, iş merkezleri mevcut. Ancak bu bölgeler genellikle şehrin dışına kaydırılmış ve merkez olarak tabir edilen bölgeler çivisine kadar korunmuş durumda. İstanbul’da ise durum hiç de böyle değil. Paranız yettiği sürece karşı apartmanı yıkıp yerine gökdelen yapabilirsiniz. Hiç sorun değil.

Geçen günlerden biri doğum günümdü. Şansıma güneşli, güzel bir güne denk geldim. Fotoğraf makinemi alıp şöyle bir gezmeye çıktım. Dolaşırken karşıma çıkan birkaç binanın fotoğrafını çektim. Ne zamandır çıkmak istiyordum, eski ve yeni İstanbul’u bir kez daha görmüş oldum.

İşte size yaşadığım yerden bir manzara. Şişli Cami’sinin geçmişi uzun yıllara dayanmıyor. 1950’li yıllarda yapılmış. Ancak sizce de bir sorun yok mu? Şehrin ortasında bu denli yüksek katlara kim, neyin karşılığında izin veriyor? Bir apartman yapılacak arsaya ip gibi 40 katlı bina yapmak, sonrada şehir planlamasından bahsetmek komik olmuyor mu? Bir de çok merak ediyorum, bir sokağın ortasına yapılan bu otelin karşısındaki esnaf birleşip gıcıklık olsun diye daha yüksek katlı bir bina yapabilir mi?

IMG_5357      IMG_5362

Klasik bir yürüyüş rotam var, Halaskargazi Caddesi üzerinden Taksim’e, oradan Tünel’e ve Karaköy’e, ardından da Tahtakale’ye esnaf lokantalarına. Sık sık yaparım. Arada kitapçılara uğradığım ya da yorulup geri döndüğümde olur. Ama o gün amacım fotoğraf olduğu için sonuna kadar gitmem lazım.

Eski binaları, özellikle de taş binaları seviyorum. Seviyorum derken ciddiyim. Prag’ta, Budapeşte’de, Paris’te binalara dokunurken kendime hakim olamadığım zamanlar olmuştu. Bu şehirlerin ve Avrupa’nın çoğu yerinde olduğu gibi tarihi korumanın bir gelenek olması ne güzel. Gerçekten çoğu şehrin merkezinde tarihi dokuyu bozan hiçbir yapıya rastlayamazsınız, yeni inşaat yapmak yasaktır. Bir bina restore edilecekse ya da baştan yapılacaksa bulunduğu sıradaki binalarla uyumlu bir mimari göstermek zorundadır.

Eski binalar demiştim. Şehrin tarihi dokusunu, yaşanmışlıkları anlatan binalar. Bu durum bizde biraz farklı algılanmış sanki. Belki yeni bir mimari akımdır, eski ve yeninin kaynaşması gibi? Zira onlarca ülke gördüm ama Şişli’den Harbiye’ye doğru yürüdüğüm 300-400 metre boyunca gördüğüm binaları ne bir yerde gördüm, ne de birisinden duydum.

İşte Türk mimarisinin gurur tabloları;

IMG_5365 IMG_5372 IMG_5383

IMG_5394   IMG_5396

Söyleyecek söz bulamıyorum ama özellikle o taş binanın üstüne o cam cepheyi koyarken hiç vicdanınız sızlamadı mı arkadaş, göz var nizam var. Bir belediye bunlara nasıl izin verebilir? Etrafta mimari bilgiye sahip olan insanlar varsa aydınlatsın bizleri lütfen. İşin ilginci sadece 200-300 metrelik bir mesafede tüm bu binalar. Daha İstanbul’da saklı kalan ne hikayeler var kim bilir.

Ama her şeye rağmen umut var denilecek birkaç binaya sahip olduğumuz için sevinebiliriz. Yani tüm bu binaları gördükten sonra, binalara mimari bütünlük yapmaya çalışılan “kötü” eklemelere bile saygı duydum.

IMG_5367     IMG_5369

IMG_5377

Son fotoğraf gerçekten ülkemizin ayrıldığı eski/yeni ayrışmasını temsil ediyor. Eski binada balkon gibi gereksiz ve amaçsız alanlara yer verilerek dairelerin boyutu küçültülmüş, aynı zamanda binaya işleme yapılarak ekstra masraf çıkarılmış. Gerçekten anlamak mümkün değil. Karşısında yeni İstanbul’un gurur tablosu dikdörtgen mimarının son örneklerinden birini görüyorsunuz. Balkonsuzluğu ile ön plana çıkan bina maksimum alana ulaşmış. Gereksiz işlemelerden kaçınılarak fayda zirve yapmış. Özellikle yanındaki bina ile yakalamaya çalıştığı uyumuyla ön plana çıkmış.

Bir başka sorun da binaların insanlardan koparılması. Evet sanırım en çok bu duruma üzülüyorum. Tarihi korusak bile binaları ya hapsediyoruz ya da kapitalizmin eline bırakıyoruz. Yukarıda görüleceği üzerine üsteki bina 2 yıldır boş, bir diğeri kapital bir şirkete kiralanmış. Diğer apartmanın bütün katları ofis olarak kullanılıyor. Binalar insanlar için olmalı halbuki. Binalara hikayesini veren her zaman insanlar olmuştur.

Evet gelelim meşhur İstiklal Caddemize! Bana kalırsa kıyametin koptuğu yer burası. İstanbul’un her zaman en çekici yerlerinden birisi olmuştur İstiklal Caddesi. Şehrin kalbini oluşturan bölge tarih boyunca, ticaret, eğlence, sanatı daima içinde barındırmıştır. Bu durum semtin kimliğini oluşturmakla beraber İstiklal Caddesi de İstanbul’un dünyaca tanınan bir markası haline gelmiştir. Her gün milyonlarca insanın yollarını aşındırdığı cadde turistlerin de mutlaka uğradığı bir yer konumundadır. İstiklal Caddesi yıllar boyu korunan mimari yapısı ile tarihten günümüze bir sayfayı andırıyordu. Şehrin en düzgün korunan yerlerinden biriydi. Ama işler ne yazık ki burada da bozulmaya başladı.

IMG_5426           IMG_5433  

IMG_5438      IMG_5456

 

IMG_5451

 

Caddeye girmeden Taksim Meydanı hakkında da birkaç şey söylemezsem ölürüm. Dünyanın her yerinde trafiğe kapalı şehir meydanları vardır. Taksim Meydanı da nihayet bunlardan biri olmak üzere. Ama sahi, -1960’lardaki fotoğrafları gördükten sonra konuşuyorum- o oteli oraya kim diktirdi? Dünyanın neresinde şehrin en merkezi yerine, tüm mimarı yapıya ters, görüntüyü bozan yükseklikte otel yapımına izin verilir, nerede, lütfen bana izah edin? Bir diğer ironi de yine meydana bakan, isminde “Ottoman” geçen otelin camdan yapılan cephesi, ortada bir ironi yok mu sizce de? Hazır ironi demişken, İstanbul’un yeşil başkentlere aday olduğunu duydunuz mu?

Evet İstiklal Caddesi diyordum. Ben tüm bu saçma yapıları, Demiören’in ucubesini görmezden gelip Tünel’e yakın sondaki cam cepheli binaya gelmek istiyorum. Beyoğlu Belediye’sinin birkaç bina yanında yer alıyor bu “ucube görünümlü şey” yıllardır önünden geçiyorum, bakıyorum, bakıyorum ama anlayamıyorum. Düşünüyorum, etrafa soruyorum. Yine olmuyor. Ben bu binanın burada olmasını, buna izin verilmesini anlayamıyorum. Anlayamayacağım, hiçbir zaman. Diyorum ya tarihi siluet diye. İstiklal Caddesi öleli çok oluyor. Hızlı bir değişim içinde, muhtemelen 10 yıl sonra birkaç bina hariç hepsi bu tür saçmalıklarla gibi olacak. Aklıma geliyor, Paris’te bir caddede yabancı bir yatırımcı aldığı binayı bu şekle sokmaya çalışsa ne tepki alır? Cezadan felan bahsetmiyorum, insanı deli hastanesine kaldırırlar, haberleri yok. Ama tüm bunların ne önemi var değil mi?

Bakın işte İstiklal Caddesi’nin 10 yıl içinde yaşadığı değişim; fidanlar içinde insanların mutlu bir şekilde yürüdüğü bir yerden artık neredeyse tamamen asfaltlanmış, içi boşaltılmış, ruhu öldürülmüş bir cadde…

IMG_5430     HPIM5226

İnsanlardan koparılan binalar demiştim. En büyük sorunlarımızdan biri de bu bence. Binaları öldürüyor ve terk ediyoruz. Ya tamamen boş duruyor ve sonraki rant projesine kadar kaderini bekliyor ya da depo olarak kullanılıyor. Narmanlı Han’ın geleceği ne olacak? Ya diğerlerinin?

IMG_5475                IMG_5542

IMG_5462

IMG_5465

Karaköy, Galata, Haydarpaşa… Bu şehir hiç olmadığı kadar tarihine sırt dönmüş durumda. Sermaye sahipleri istedikleri gibi at koşturuyor. Kimliksiz bir şehir yaratılıyor. Alışveriş merkezleri insanları hipnotize etmiş, insanlar yüksek katlı küçük evlere sıkıştırılmış durumda. İstanbul tarihi kimliğini kaybetti. Binalar bakımsızlıktan ölüyor, sokaklar kimliklerini kaybetmiş, artık durum o kadar kötü ki, geriye kalan birkaç binamıza gözümüz gibi bakmalıyız, yoksa bu hızla devam edersek İstanbul yakın zamanda Uzakdoğu’nun o ilizyon yüklü şehirlerine benzeyecek.

El birliğiyle kimliksiz, tarihinden, toplumundan, yaşadıklarından kopuk bir şehir yarattık. O eski binalarımız, sokaklarımız yok, kimisi çoktan ölmüş, kimisi ölmek üzere. Birkaç tanesi inatla direniyor. Onları korumalıyız, çok geç olmadan…

Bu arada, Galata, Pera, Beyoğlu: Bir Biyografi kitabını okumak isteyebilirsiniz.