Bedri!
Ruhumu okşayan iki mektubunuzu birden aldım. Lyon’a ne zaman dönmüş olabileceğinizi hesaplıyor ve mektubunuzu sabırsızlıkla bekliyordum. Lyon şehrini hiç tanımaz ve merak etmezdim. Şimdilerde çok merak ve hayal eder oldum.”
Sonu hüsranla bitecek de olsa büyük aşkın başlangıcı olarak Ernestine Letoni tarafından Bedri Rahmi’ye yazılan bu satırlar benim de Lyon merakımın başlangıcı oldu. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun anısına düzenlenen “Biz Mektup Yazardık” sergisinin en vurucu mektuplarından biri şüphesiz bu mektuptu. Bu mektubu okuduktan sonra gözümde hep Paris’in gölgesinde kalmış bu şehir hakkında düşünmeye başladım. Henüz birkaç ay geçmişti ki kendimi Lyon’a giden Türk Hava Yolları uçağına atmıştım bile.
Lyon’a giderken ne bir planım ne de bir bilgim vardı. Sanırım sadece o atmosferi yaşamak, sokaklarında dolaşmak ve bu büyük aşkın doğduğu şehri keşfetmek istiyordum.
Nehirleri olmadan düşünülemeyen birçok şehir var. Mesela Thames Nehri olmadan zihninizde bir Londra portresi oluşturamazsınız. Keza Tuna Nehri ikiye böldüğü Buda ve Peşt’e ayrı bir tad katar. Paris’te Seine Nehri kıyısında yürümeden şehrin gerçek atmosferine kapılmanız mümkün değildir. Ancak öyle bir yer var ki tüm bu şehirleri geride bırakıyor. Anlayacağınız üzere Fransa’nın güneydoğusunda yer alan, Rhone-Alp Bölgesi’nin başkenti Lyon’dan bahsediyorum. Bir yanda gürül gürül akan Rhone Nehri, diğer yanda ona nazire yaparcasına rüzgar hangi yönden eserse o tarafa akan Saone Nehri, Lyon’u bu özelliğiyle benzersiz kılıyor.
Lyon-Saint Exupery Havalimanı’ndan (evet, kendisi Küçük Prens’in yazarı, ah bu şehri daha havalimanını görür görmez sevdim!) şehre ulaşım için iki farklı alternatif mevcut. Rhonexpress’i kullanarak ortalama 30 dakika içinde şehir merkezinde olabilir ya da Elite Voyages otobüslerini kullanabilirsiniz. Ulaşım konusunu otelinizin lokasyonuna göre belirlemeniz faydalı olacaktır. Çünkü iki ulaşım aracı şehrin farklı noktalarına gidiyor. Rhonexpress kentin 3. bölgesinde son bulurken Elite Voyages ise 2. bölgeye gidiyor. Unutmadan, Rhonexpress ile tek yön bilet alırsanız 15 Euro ödemeniz gerekiyor, gidiş dönüş bilet ücretleri ise 27 Euro. Eğer grup halinde seyahat ediyorsanız Elite Voyages otobüsleri biletleri 34 Euro’dan başlıyor. Kısaca Lyon Havalimanı’ndan şehre ulaşım Avrupa’nın geri kalanına kıyasla gerçekten çok pahalı. Dolayısıyla taksi kullanmak da mantıklı olabilir (Acaba bu kenti sevmek için acele mi ettim?:)).
Lyon şehir merkezi 9 farklı bölgeye ayrılmış durumda; kentin en canlı bölgesi Rhone ve Saone nehirleri arasında kalan 1 ve 2. bölge ile Rönesans Dönemi’nden kalan 5. bölge. Rhonexpress ile ulaştığınız 3. bölge ise kentin yeni yerleşim yerlerini ve ticari bölgesini oluştuyor. Lyon’daki tek gökdelen ve alışveriş merkezi bu bölgede yer alıyor. Diğer bölgeler ise şehir dışı olarak genellenebilir. O yüzden otelinizi 1, 2 ya da 5. bölgeden seçerseniz gezilecek tüm yerleri yürüyerek gezebilirsiniz. Yok ben yürümeyi sevmeyi sevmem diyorsanız Lyon’daki 4 metro hattı ve 5 tramvay hattıyla tüm şehre ulaşım sağlayabilirsiniz.
Lyon’un, başkent Paris’in gölgesinde kaldığını söylemiştim. Aslına bakarsanız şehirde yer alan müzeleri görünce bu konuda yanlış bir kanıya kapıldığımı kabul ettim. Paris kadar ön plana çıkmasa da Lyon gerçek bir müze şehri. Özellikle şehrin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Rönesans Bölgesi’nde nereye bakarsanız bakın karşınıza mutlaka bir müze çıkacaktır. İçinde barındırdığı sanat müzelerinin yanında İtfaiye Müzesi, Fourviere Din Sanatları Müzesi, Otomat Müzesi, Tarih Müzeleri gibi farklı zevklere hitap eden müzeler de bulmanız mümkün.
Bunlar arasında en beğendiğim, kısıtlı vaktime rağmen içinde saatler geçirdiğim iki müzeden bahsetmek istiyorum size. İkisi de kategorilerinde dünyanın en iyi müzeleri arasında yer alıyor; Birisi Dan Ohlmann’ın kurucusu ve sanatçısı olduğu Sinema ve Minyatür Müzesi, diğeri ise dünya sanat tarihi için oldukça önemli bir yere sahip Kukla Müzesi.
Sinema ve Minyatür Müzesi’nde tamamı Dan Ohlmann’ın kendi eserleri olan yüzlerce parça minyatür koleksiyonuna ve sinema filmlerinde kullanılan orjinal aksesuarları bulacaksınız. Özellikle minyatürlerin büyüsüne kapılacaksınız. Yukarıdaki fotoğrafın aslında küçük bir kutunun içinde olduğunu söylesem ne düşünürsünüz?
Kukla Müzesi’nde ise Hacivat ile Karagöz’den Küçük Prens’e kadar oldukça geniş bir portföyü gözlemleme şansına sahip olacaksınız. Müzede geçmişten günümüze yüzlerce çeşit kukla bulacaksınız. Özellikle kuklaların tarihsel gelişimini ve farklı kültürlerin kuklalara bakışını ve yorumlamasını görmek gerçekten çok keyifli.
Müzeleri gezdikten sonra soluğu Lyon’u en güzel şekilde gözlemleyebileceğiniz Fourviere Tepesi’nde alabilirsiniz. Tepeye konuşlanan Notre-Dame Fourviere Bazilikası’nın büyüleyici atmosferi eşliğinde panoramik Lyon manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.
Fransızların oldukça hoşuma giden bir yemek ve kafe kültürü var. Lyon’da meşhur bistroların yanında geleneksel yemeklerin servis edildiği Bouchon’larda bir mola vermek isteyeceğinizi düşünüyorum. Bu mini restoranlar birbirine yakın küçük masalardan oluşuyor. Siparişler genelde set bir menü üzerinden veriliyor. Özellikle öğle ve akşam yemeği saatlerinde inanılmaz bir kalabalık oluyor. Masaların küçük ve birbirine yakın olmasının elbette bir sebebi var. Bu restoranlar sadece yemek yemek için değil, aynı anda sosyalleşmek için de hizmet veriyor. İçeri girdiğinizde gerçek Fransız sosyal hayatına tanık oluyorsunuz. Rönesans Bölgesi’nin dar sokaklarındaki kahkahaların sesini takip edin, doğru yeri bulacağınıza eminim.
Lyon’da alışveriş severler için de birçok farklı alternatif mevcut. Avrupa’nın en büyük şehir meydanlarından biri olan Bellecour Meydanı’ndan başlayan Rue de Republique şehrin en canlı yerlerinden biri. Ayrıca meydandaki büyük dönme-dolap ile Lyon’u başka bir açıdan görmek isteyebilirsiniz.
Saone ve Rhone nehirleri arasında yer alan Republique Caddesi’nde dünyaca ünlü markaların mağazalarını bulabilir, içinde barındırdığı pasajları keşfedebilir, gece kulüplerinde eğlenebilirsiniz. İstanbul’un İstiklal Caddesi ya da Barcelona’nın La Rambla’sı neyse, Lyon’un da Republique’si o. Hayatın hiç durmadığı, binlerce insanın gezindiği ve zaman geçirdiği oldukça uzun bir cadde.
Alışveriş alışkanlıkları bulundukları bölgelerle benzerlik gösteriyor. Republique’de işler biraz daha canlı ve hızlı ilerliyor, modern mağazaları buluyorsunuz. Rönesans Bölgesi ise buraya göre daha sakin. Büyük mağazalar yerine küçük butikler yer alıyor. Çoğunlukla retro ve ikinci el kıyafetler bulacağınız daracık sokaklara yayılmış onlarca butik var. Aynı zamanda hediyelik eşya bulabileceğiniz dükkanların yanında, antikacılar ve sanat galeri de genelde bu bölgede yer alıyor.
Caddenin sonunda dünyanın en ihtişamlı opera binalarından birini bulacaksınız, hemen arkasında ise Belediye Sarayı ve meşhur Bartholdi Çeşmesi yer alıyor. Gezinizi planlama aşamasında opera için araştırma yaparsanız ziyaretiniz esnasında bir oyun izleyebilirsiniz, yoksa benim gibi üzülmeyi göze alın!
Belediye Sarayı önündeki küçük Terreaux Meydanı Lyon şehrinin ilk merkezlerinden biri. Hemen meydanın ortasında yer alan Bartholdi Çeşmesi’nin ilginç bir hikayesi var. Bordo şehri, Bartholdi henüz ustalık eseri Özgürlük Anıtı’nı yapmadan önce bir yarışmada çeşme yapması için Bartholdi’nin eserini seçer, ancak genç yaşta olması projenin iptal olmasına yol açar. Bartholdi Özgürlük Anıtı’nı yaptıktan sonra ise bu sefer masraflar Bordo şehrine pahalı gelir ve proje Lyon şehrine satılır ve bugünkü yerine koyulur. Çeşmedeki kadının Fransa’yı, eğerlenemeyen dört güçlü atın da Fransa’daki dört büyük nehri temsil ettiği söylenir.
Bellecour Meydanı’nın diğer istikametinde yer alan Carnot Meydanı’nda ise yerel halkın uğrak yeri olan sokak pazarını görebilirsiniz. Yıl boyu açık olan pazarda el işi hediyelikler ve ahşap sanatının değişik örneklerini bulabilir, Fransa ve Lyon’un yerel lezzetlerini tadabilirsiniz. Meraklısının çok seveceğine eminim.
Paris’te insanların turistlere çok da sıcak davranmadığına dair genel bir kanı var. Paris’e giden kime sorsanız buna benzer şeyler duyacağınıza eminim. Lyon’da ise tam tersi bir durum söz konusu. Yerel halkın turistlerle iletişimi oldukça sıcak ve dostane. Gerçek Fransız misafirperverliğini Lyon’da göreceksiniz.
Zamanla benim de gezi alışkanlıklarım değişiyor sanırım. Bunu Lyon’a gittiğimde daha iyi anladım. Ziyaret ettiğim bir şehirde elimde haritayla sağa sola koşturmaktan, fotoğraf makinesi ile dolaşmaktan vazgeçeli çok oluyor. Gezdiğim şehirlerde günlük hayatı yaşamayı seviyorum. İstanbul’da günlük hayatımda ne yapıyorsam onu yapmaya devam ediyorum. Eğer birkaç iyi müze gezebilirsem bu beni mutlu etmeye yetiyor. İlgimi çeken bir sergi de yakalayabilirsem daha ne isterim! Geri kalan vaktimi gezdiğim şehrin yerel kafelerinde ve sokaklarında kaybolarak geçirmeyi seviyorum. Dolayısıyla Lyon günleri benim için kısa sürmüş olsa da ayrılırken tekrar gelmeyi dilediğim bir yer oldu.
Lyon gerçekten herkesin görmesi ve gezmesi gereken bir şehir. Güzel müzelerini bir yana koyuyorum, sadece UNESCO korumasındaki Rönesans Bölgesi’ni arşınlamak ve eski binaların büyüleyici atmosferini keşfetmek için veya Bouchonlardaki Fransız sosyal hayatına tanık olmak için bile gidilebilir Lyon’a… Saone ve Rhone nehirleri kıyısı boyunca yürünebilir, bisiklet sürülebilir ya da o güzel manzara eşliğinde kitap okunabilir. Hepsi o gün ne yapmak istediğinizle alakalı. Fourviere’de o güzel manzara karşısında gün de batırılabilir, St. Paul ve St. Jean katedralleri görülebilir. Dünyanın en güzel pastanelerinde pişen kruvasanların ve tatlıların tadına bakılabilir!
Ben gittim, gezdim, döndüm; ama aklım orada kaldı, en kısa zamanda tekrar gitmek için fırsat kolluyorum, farklı bir hikaye ve farklı bir deneyim için. Bir şehri güzelleştiren şey de bu bana kalırsa, tekrar gitme isteği doğurması… Tekrar gittiğimde kendimi farklı bir hikayenin içinde bulacağıma eminim, bu da motivasyonumu hep yüksek tutuyor. Unutmayın, yola çıkmak için yarın çok geç. Bugün, şimdi…