Daha dün gibi her şey. Ama Hobbit’in sinemaya uyarlanacağı dedikodularının çıkmasından bugüne aradan 10 yıl geçmiş…

Yüzüklerin Efendisi’nden sonra hemen hemen emin gibiydik Hobbit’in filminin çekileceğinden. Süreç biraz uzun sürdü ama sonunda dileğimiz gerçekleşti. Dile kolay neredeyse 10 yıl bekledik. 2004 yılında başlayan tartışmalar filmin 2006 yılında vizyona gireceği ve iki filmden oluşacağı şeklindeydi. o zamanlar 2006 yılı öylesine uzak gözüküyordu ki anlatamam.

Önce King Kong nedeniyle ertelendi. Daha sonra da yapım şirketi ile yönetmen Peter Jackson arasında filmin yan gelirleri için açılan davalar birbirini izledi. Hatta bu süreçte New Line şirketinden Peter Jackson’a yönelik çok sert sözler söylenmiş ve Jackson’ın bir daha asla herhangi bir New Line yapımında yer almayacağı açıklanmıştı.

İşler kötüye gidiyordu, planlanan takvimin çoktan gerisinde kalınmıştı. Sonraları ise iyi haber geldi, nihayet anlaşmazlık çözülmüştü. 2009’da film resmi olarak duyuruldu. 2011 ve 2012’de vizyona girecek iki filmden oluşacaktı seri. İlk filmi “An Unexpected Journey” -Beklenmedik Yolculuk- ki bu kitabın içindeki ilk bölümü oluşturuyor, ikinci film de kitaba Bilbo’nun verdiği isim, “There and Back Again” -Oradaydım ve Şimdi Buradayım ya da Gittim ve Döndüm- olacak şekilde belirlenmişti.

Peter Jackson bu sefer yönetmenlik koltuğu için pek gönüllü görülmüyordu. Yapımcı koltuğunda oturmayı yeterli görecek gibiydi. Önce Sam Raimi ismi ön plana çıktı, Spider Man’ı neredeyse çizgi film efektlerinde çekmiş bir adam, üstelik Tolkien’i daha önce okumamış birisi nasıl olurdu da yönetebilirdi Hobbit’i? Neyseki ismi sadece dedikodu olarak kaldı. Sonraki isim Hellboy gibi iyi bir işe imza atmış fantastik dünyaya hakim Guillermo del Toro oldu. Ancak oyuncu seçimindeki sorunlar nedeniyle çekimler ertelendikçe ertelendi. Bunun sonucunda Guillermo del Toro da senaryo yazım aşamasında filmden çekildiğini açıkladı, onunla beraber anlaştığı birkaç oyuncu da filmde yer almayacaklarını açıkladı. Bu durum filmin daha da erteleneceği anlamına geliyordu ki, Peter Jackson filmin dümenine geçti ve takvim işlemeye başladı.

Film 1 yıl daha ertelenmişti ama artık kesin olan bir şey vardı. Birkaç yıl içinde film vizyonda olacaktı. 8 yıllık beklemenin ardından ilk filmin 2012’de  vizyona gireceği duyuruldu. Şüphesiz ki filmin Peter Jackson’ın ellerinde olması bir açıdan iyiydi. Yüzüklerin Efendisi’nde oldukça eleştirilmişti fakat farklı bir yönetmen farklı bir bakış açısı demekti. Bu durumda Yüzüklerin Efendisi ile olan bağlantıda sorunlar olabilirdi.

ve 8 yıllık bekleyişin ardından ilk fragman!

Fragmanı nefesimi tutarak izlediğimi hatırlıyorum. Gözyaşlarımı ise Misty Mountains’ı Thorin’den duyana kadar tutabilmiştim. Gerçekten güzel bir  film olacağının sinyallerini almıştık.

Öyle de oldu, en azından ilk film için oldukça iyi şeyler düşündüğümü söyleyebilirim. Filmden çıktığımda mutluluktan sırıttığımı hatırlıyorum, hatta bu yazıyı yazarken yüzümdeki gülümsemenin sebebi de o anları hala anımsıyor oluşum. Filmin dış mekan ve iç mekan çekimleri (Goblin mağaraları hariç, buraya ileride değineceğim.) harika gibiydi. Tekrar Hobbiton’da dolaşmak, Ayrıkvadi’nin (Yarmavadi) en görkemli günlerini görebilmek çok güzeldi gerçekten. Tabii ki Yüzüklerin Efendisi’nde olduğu gibi kitaba tamamen bağlı kalınmayan sahneler de vardı. Ancak bunlar senaryo akışını bozacak nitelikte değildi. Bazı eklemeler ve değişimler kabul edilebilirdi.

İlk filmden çıktığımda farkettiğim ilk şey fragmanda yer alan bazı sahnelerin filmde olmayışıydı. Bu da Yüzüklerin Efendisi’nde olduğu gibi Hobbit’te de genişletilmiş versiyonun geleceğinin habercisiydi. Bundan iyi bir haber olamazdı. Başka bir haber de filmin üçleme olarak vizyona gireceğiydi. “There and Back Again” üçüncü film olacakken ikinci filme “The Desolation of Smaug” adı verilmişti.

Ancak bu filmleri ayırmaya oldukça sonra karar verilmiş sanıyorum. Çünkü ilk filmin fragmanında yer alan bazı sahneleri ancak ikinci filmin genişletilmiş versiyonunda görebildik. (Mesela Gandalf’ın Thrain ile Dol Guldur’da karşılaşması.) Bununla beraber filmin üçlemeye döndürülmesinin sebebi olarak üçüncü filmde Yüzüklerin Efendisi ile bir bağlantı kurulması gösteriliyordu. Bu Tolkien severlerin daha da hoşuna gidecekti. Çünkü Hobbit bilindiği üzere oldukça yalın bir anlatımı olan çocuklar için kaleme alınmış bir kitap. Birçok olay hakkında detay verilmemiş. Ancak Tolkien’in diğer eserleriyle bir çalışma yapılarak zenginleştirilmiş oldu, mesela kitapta Gandalf’ın ayrılışı ile ilgili olarak Kuzey’deki bir meseleden bahsedilir. Ancak açıklama yapılmaz. Ancak diğer eserlerde bunun Sauron’un güçlenmesiyle ilgili olduğu belirtilir. Bunun gibi şeyler Hobbit filmini oldukça zenginleştirdi. Radagast’ı görmek harikaydı, özellikle de Ayrıkvadi Konseyi’ne hayranlık duydum, hele ki Leydi Galadriel’i tekrar görmek tam anlamıyla büyüleyici oldu.

Erebor, Dale, Gölkent, ilk filmde anlatılan Smaug’un gelişi, Elflerin durumu, her şey güzel gözüküyordu. Cüceler, Bilbo’nun trolleri… Biraz yavaş ilerlediği eleştirileri getirilmişti, ancak ben bu duruma katılmıyorum. Zira oldukça doyurucu ve detaylı bir yapım vardı karşımızda, oturup keyfini çıkardık.

ve 2013 yazında The Desolation of Smaug’un fragmanı görücüye çıktı.

Evet işte tadımızın kaçtığı yere geldik, ikinci film daha fragmanda bile ilk filmin oldukça gerisinde kalacağının sinyallerini vermişti. Sorun şu, her şeyin fazla animasyonlaştırılması. İkinci filmi beğenmedim, olmamış demeye utanıyorum ama diyeceklerim var elbette. Gerçekten fazla animasyona kaçılmış. Fragmanda bile kendini bariz şekilde belli ediyor. Mesela Legolas ve Tauriel’in ağaçlardan atladığı sahnelere bakın neredeyse çizgi filme kaçmışlar, Legolas’ın atıyla Bolg’un peşine düştüğündeki basitliği hatırlıyor musunuz? İnanın üzüntüden izleyemiyorum tekrarını. Orta Dünya’ya resmen ihanet. Bir de film bir koşuşturmaca ile geçiyor, Kuyutormanı (Kuytuormanı), Elf zindanları, variller derken hop Gölkent’teyiz, her şey gereğinden fazla hızlı oluyor, izlerken yoruyor sanki. Kitabın hızlı bir özetini izliyor gibi hissediyorsunuz. Müzikler de maalesef diğer filmlere göre daha sönük kalmış.

Ancak iyi şeyler de vardı tabii ki, mesela Thranduil. İçindeki kibri ve hırsına bayıldım. Üçüncü film için çok şey vaat ediyor. Ayrıca iyi ki Tauriel vardı, kitapta olmamasına rağmen filmin zirve noktalarında çok iyi iş çıkarmış, bu iyi bir şey. Ama başrol kesinlikle Gölkent’e ait. Şehrin yaşadığı terk edilmişlik, yalnızlık ve çaresizliği hem binalardan hem de insanların yüzünden okuyabiliyorsunuz. Fevkalede! Asıl zirve yapan sahneler tabii ki Dol Guldur sahneleri, özellikle genişletilmiş versiyonu izlemenizi tavsiye ediyorum, harika şeyler göreceksiniz. Bu sahneleri üçüncü filmi Yüzüklerin Efendisi’ne bağlarken daha fazla göreceğimizi umuyorum. Umarım yanılmayız.

Şimdi dönelim şu animasyon şeyine.

İki Kule’yi hatırlarsınız, Helm’s Deep savaşı neredeyse filmin yarısını oluşturuyordu. Sinema tarihinin en görkemli savaş sahnesi hiç kuşkusuz kendisidir. Pelennor Çayırları Savaşı bile gölgede kalmıştı. Bunun sebebi neydi peki? Tabii ki animasyonun minimum seviyede tutulmasıydı. Öncelikle tüm orklar insanlar tarafından canlandırılmıştı. Filmin ekstra disklerini izleyecek olursanız tüm kostümlerin ayrı ayrı tasarlandığını, yüzlerce insana ork gibi yürümeyi, durmayı ve koşmayı öğrettiklerini göreceksiniz. Dolayısıyla ortaya harika bir yapım çıkmıştı. Yüzüklerin Efendisi’nde neredeyse tüm sahneler gerçek yer ve insanlarla çekilmişti. Resmen Edoras’ı yeniden inşaa etmişlerdi, ötesi var mı? Keza Pelennor Çayırları Savaşı’nı ve Rohirrim’in gelişini hatırlarsınız, o çekimlerde yüzlerce atlı asker kullanılmıştı. Sinema tarihinin en duygusal sahnelerinden biridir bana kalırsa Rohan’ın Gondor’un yardımına gelmesi. Aynı sahneler dijital ortamda yapılabilirdi, ama yapılmadı, çünkü büyüsü bozulurdu.

İşte Hobbit’in ikinci filminde eksik olan bu gerçeklik öğesi, aksiyon sahnelerinin neredeyse hepsi animasyon kıvamında olmuş, üstte bahsettiğim Goblin Mağaraları sahneleri için de aynı şeyi düşünüyorum. Kamera uzaklaştığı an oyuncular cgi karakterlerine bürünüyorlar. İkinci filmin sonunda Legolas’ın Bolg’u takip ettiği sahne için ise sert konuşuyorum; tek kelimeyle rezalet!

Üçüncü film ise çok şey vaat ediyor;

Bir kere fragman Billy Boyd’un söylediği The Edge of Night ile başladıktan sonra ben yelkenleri direkt suya indirdim. Hatırlarsınız Pippin bu şarkıyı Faramir, Osgiliath’a ümitsizce saldırırken Ak Kule’de babası Denethor’a söylüyordu. Şöyle alıp götürüyor o günlere. Dolayısıyla ne ikinci filmdeki hayal kırıklıkları kalıyor ne de başka bir şey.

Şöyle bir şey;

ve fragman  Thorin’in “Will you follow me one last time” sözüyle bitince ben yine ağlamaya başladım. Bu sözün sebebi iyi okunursa kendini açıklıyor. Çok ağlayacağız çoook.

Fragman çıkmadan önce üçüncü filmi adı “There and Back Again”den “The Battle of Five Armies”e çevirildi. Türkçeye “Beş Ordunun Savaşı” olarak çevrilirken ben kitap çevirisi olan “Beş Ordular Savaşı”nı kullanmayı yeğliyorum.

Filmin adının değişmesi akışı adına da ipuçları veriyor olabilir. Örneğin ilk ismiyle filmin ilk bölümünün Smaug’un Gölkent’e saldırısı ve Beş Ordular Savaşı’yla geçip ikinci bölümünün tamamen Yüzüklerin Efendisi ile bağlantı kuracağını düşünmüştüm. Kısaca bolca Dol Guldur sahneleri görecektik, keza Saruman, Elrond ve Galadriel’i de. Ancak filmin adının değişmesi savaşın büyük yer kaplayacağını gösteriyor. Helm’s Deep’teki kadar büyüleyici bir savaş sahnesi görebiliriz. Sonrasında elimizde ne kaldıysa keyfini çıkarırız.

Benim sadece birkaç küçük beklentim var, zaten sonunda salya sümük ağlayacağız, o yüzden çok da uzatmak istemiyorum. Ama mesela Ardıç kuşu vurgusunu neredeyse hiç göremedik. Kitaptan hatırlayacaksınız, Bilbo’nun Smaug ile karşılaşmasından sonra malum durumun haberi Bard’a Ardıç kuşları aracılığıyla gidiyordu. Ardıç kuşlarının tarih boyunca cüce ırkının iletişiminde kullanıldığını öğreniyorduk. Hatta gizli şifredeki kuşun Ardıç olması bunun sonucuydu, bir tesadüf değildi yani; “Ardıç kuşu kapıyı vurduğunda…” En azından ikinci filmin genişletilmiş versiyonunda buna dair bir şeyler görmeyi umuyordum ama ne yazık hayal kırıklığına uğradım, umarım üçüncü filmde bu konu es geçilmez.

Unutmadan aklım fikrim Leydi Galadriel’de. Hele fragmanda onu Gandalf’ın yanında görünce ümitlerim daha da arttı. Acaba Leydimizi kılıç kuşanmış bir şekilde Yalnız Dağ’ın eteklerinde görebilir miyiz? Düşünsenize altın saçları, bembeyaz zırhıyla beraber savaş alanında yaratacağı büyüyü, hayır Cate Blanchett böyle rollere de alıştıktır, şöyle birkaç dakika bile görsek yeter ya. Sinema tarihinin en büyüleyici sahnelerinden birisi olacağına eminim.

Gelelim sonrasına, dedim ya salya sümük ağlayacağız diye, harika bir final olmasını istiyorum bu yüzden. Savaş sonrası olabildiğince çok şey olsun. Gandalf, Saruman, Elrond zaten bir şeyler yapacaklar belli, Dol Guldur’da yer yerinden oynayacak. Sauron’u da göreceğiz hem. Yüzüklerin Efendisi’yle bağlantı kuracak her şeyi istiyorum kısaca. Mesela Balin’in Moria Zindanlarını fethetmesi kısa da olsa gösterilebilir, Sauron’un Mordor’a kaçışı, Osgiliath’a dair görüntüler, Kara Kapılar, kısaca her şey. Nazgullerin dönüşü… Siz koyun adını.

Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in film hakları yıllar önce satın alınmıştı. Bu iki kitap hariç diğer eserlerin film hakları Tolkien Estate’in elinde bulunuyor. Eğer yeni bir satın alım olmazsa bu film izleyeceğimiz son Tolkien eseri olabilir, o yüzden olabildiğince çok şey görmek istemekte haklıyız. Diğer yandan ileride Güç Yüzükleri’nin hikayesinden güzel bir film çıkmaz mı? Ya da Beren ile Luthien’in büyük aşkını perdede izlesek harika olmaz mı? Orta Dünya’nın ilk çağı… Ne olacak, Hobbit için 10 yıl beklediysek onlar için de bekleriz. Heme hayattan başka ne ister ki bir insan?

Kılıçları kuşanın, savaş meydanında görüşürüz!