Avrupa kentleri için nehirlerin önemi yadsınamaz. Tarih boyunca gerek savunma açısından gerekse de ulaşım kolaylığı nedeniyle şehirler genellikle nehirlerin etrafına kurulmuş. İçinden geçen nehirle özdeşleşen birçok kent var. Bu durum Budapeşte için de geçerli sayılabilir, tek bir farkla, Tuna Nehri kenti ikiye bölerken iki farklı şehir yaratmış aslında. Batı yakasının Budin’i (Buda) ve Doğu’nun güzelliği Peşte!
Doğu Avrupa’nın kapısı konumunda yer alan Budapeşte’yi kış aylarında ziyaret etmenizi öneriyorum. Yazları cıvıl cıvıl olsa da nedense Doğu ve Orta Avrupa şehirlerini -mesela Prag’ı da.- kışın ziyaret etmenin daha keyifli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kış, zihinlerde yer edinen gri’liği tamamlıyor. Bir açıdan Sovyetler Birliği’nin demir perdesinin hala Avrupa’yı ikiye böldüğünü düşlüyorum. Zihnimdeki bu griliğin nedeni Soyvetlerden başka bir şey değil. Bu grilik kış ile birleşince müthiş hüzünlü ve yalnız bir portre oluşuyor zihnimde, o andan sonra ise dünyanın en mutlu insanıyım. İnceden de bir yağmur yağdı mıydı… Yalnız ya da birlikte, o hissi yaşamalısınız.
Doğu Avrupa’nın bu en gözde kenti, Tuna’nın ikiye böldüğü Macaristan’ın başkenti Budapeşte büyük ama bir o kadar da küçük bir şehir aslında. Hep söylediğim ve uyguladığım bir şey var. “Bir şehri gezmenin en güzel yolu yürümektir.” Budapeşte bu açıdan da oldukça güzel bir şehir. Gerek gezilecek yerlerin birbirine yakınlığı gerekse de şehrin mimari dokusu hiç heyecanınızı yüksek tutuyor. Her köşede sizi etkileyen bir şeyler bulacağınız Budapeşte’de tüm şehri bir solukta yürüyerek gezebilirsiniz.
Avrupa’yı bir baştan bir başa katederek Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri’nin ikiye böldüğü Budapeşte kenti, adını da nehrin iki kıyısından alıyor: Tuna Nehri’nin batı kıyısı Buda ve doğu kıyısı Peşte! Avrupa kıtasının doğusunda, Avrupalı bir şehir olan Budapeşte sahip olduğu hareketli şehir yaşantısı sayesinde her yıl dünyanın dört bir yanından gelen turistlere ev sahipliği yapıyor.
Avrupa Birliği’ne girmiş olmasına rağmen henüz avroya geçmemiş olan Macaristan’da halen Macaristan’ın kendi para birimi olan Forint kullanılmaktadır. Bu da aslında gezilerde Budapeşte’yi tercih etmek için bir diğer önemli nokta. Zira her şey ucuz. Çok çok ucuz olmasa da diğer Avrupa kentlerine göre konaklamadan yeme içmeye kadar her şeyi çok ekonomik olarak sağlayabilmek mümkün. Çok para harcamadan Avrupa’yı görmek için ideal başlangıç noktası olabilir.
Budapeşte Gezilecek Yerler, Budapeşte Görülecek Yerler, Budapeşte Gezi Rehberi, Budapeşte Gezi Notları, Budapeşte Seyahat Rehberi, Budapeşte Notları
Tıpkı Tuna gibi biz de Budapeşte’yi gezmek için şehri Buda ve Peşte olarak ikiye ayırabiliriz. Buda Kalesi bölgesinde yer alan Kraliyet Sarayı, Eski Şehir, Balıkçılar Burcu, Matyas Kilisesi ile Gellert Tepesi ve tabii ki Gül Baba Türbesi Buda’nın gezilecek yerleri. Tuna Nehri üzerindeki Margit Adası’nda kısa bir mola verdikten sonra Peşte tarafına geçip Andrassy utca (utca Macarca sokak anlamına geliyor) ve Vaci utca üzerinde sıralanmış olan müzeleri, Kahramanlar Meydanı’nı, Kent Parkı’nı, Opera Binası’nı, Parlemento’yu ziyaret edebilir Şehir Pazarı’ndan da hediyelik eşyalarınızı alıp Tuna’nın kenarında dizili köprüleri batan güneşle birlikte seyredebilirsiniz.
Üstelik tüm bunları rahat bir şekilde yürüyerek birkaç günde tamamlayabilirsiniz.
Budapeşte’nin Buda’sı
Dedim ya Budapeşte büyük ama küçük bir şehir diye. İnanın bana doğruyu söylüyorum. Gezilecek yerleri neredeyse düz bir hat üzerinde sıralandığından adım adım ilerleyip kısa mesafede birçok yeri görebilmek mümkün.
Biz ilk olarak St. Gellert Tepesi’nden başlayalım isterseniz. Kraliyet Sarayı’nın güneyinde bulunan ve Budapeşte’yi seyredebileceğiniz en güzel noktalardan biri olan St. Gellert Tepesi Tuna’dan yaklaşık 140 metre yükseklikte yer alıyor. Tuna’nın kenarından başlayacağınız ve genellikle orman içinden devam eden keyifli, 15 dakikalık bir yürüyüşle tepesine ulaştığınızda sizi şehrin her yerinden görülebilen yaklaşık 40 metrelik Özgürlük Heykeli karşılıyor.
Aşağıdan bakınca ufacıkmış gibi görünen heykeller gerçekten göz kamaştırıcı duruyor yanlarına gidildiğinde. Heykeller her ne kadar göz alıcı da olsa asıl güzel olan bu tepeden panoramik olarak seyredeceğiniz Budapeşte manzarası. O yüzden tembellik yapmayın. Sadece gündüz değil akşam da buraya gelin. Hatta gün batımını bir de buradan seyredin! Fotoğraf ekleyip büyüyü bozmak istemiyorum. Bazı şeyleri ilk kez yerinde görmek, tecrübe etmek gerektiğine inanıyorum. O anı yaşamak için orada olmalısınız!
St. Geller Tepesi’nde dinlenip enerji depoladıktan sonra artık hedefimiz Kale Bölgesi!
Burası aynı zamanda Budapeşte’nin Eski Şehri. Kale içerisindeki şehir geçen yıllara direnmiş ve o zamanki halini mümkün olduğunca korumuş vaziyette. Kale içindeki neredeyse her binanın ayrı bir etkileyici hikayesi var. Her biri mutlaka görülesi. Kaleye çıkıldığında öncelikle Kraliyet Sarayı karşılayacak sizleri.
Savaşlarla geçen yıllar boyunca saray, karargah vb. farklı amaçlarla kullanılan eski Kraliyet Sarayı günümüzde Budapeşte’nin ve hatta Macaristan’ın en önemli müzelerinden biri olan Macar Ulusal Galerisi’ne en sahipliği yapıyor. Eğer şansınız yaver giderse, Budapeşte’de bulunduğunuz vakitlerde güzel bir sergiye denk gelebilirsiniz. Şans bir kez yüzünüze güler; fırsatı kaçırmayın!
Kaleye ulaşmak için iki alternatifiniz olduğunu söylemedim değil mi? Dilerseniz keyifli bir yürüyüşle kale bölgesine ulaşabileceğiniz gibi hemen kalenin önünden kalkan tarihi tramvayla da Budapeşte manzarasını seyrederek kaleye ulaşabilirsiniz. Muhakkak ki toplu taşımayı kullanabilmek de mümkün ama unuttunuz mu? Biz yürümeye inanıyoruz, değil mi?
Kraliyet Sarayı’nı gördükten sonra artık kalenin içlerine doğru, eski şehre gidebiliriz. Caddelerde inci gibi sıralanmış rengarenk evler dışında iki yeri mutlaka görmemiz gerekiyor aslında. İkisi de hemen sarayın yanında yer alan ve Tuna’nın kenarından seyrederken gözümüze çarpan Balıkçılar Burcu ve Matyas Kilisesi!
- yüzyılda şehri savunan balıkçılar anısına 20. yüzyılda yapılan ve çeşitli kubbeler ve bunları birbirine bağlayan kemerlerden oluşan bu yapı bir dönem cami olarak kullanılan Matyas Kilisesi’yle komşu.
Gellert Tepesi, Kraliyet Sarayı, Eski Şehir, Balıkçılar Burcu, Matyas Kilisesi. Buda kıyısından ayrılmadan önce uğramamız gereken son bir yer daha var: Gül Baba Türbesi!
Sadece Türkler değil Macarlar tarafından da sevilen, elinde tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba, bu lakabı daima yanında taşıdığı gül sebebiyle aldığı söyleniyor. Kanuni’nin davetiyle Budin seferine katılan Gül Baba buraya geldikten sonra Budin’e yerleşmiş ve burada 10 yıl kadar yaşamış. Vefatından sonra da şu an gömülü olduğu Gültepe’de türbesi yapılmış. Gül Baba’yı ziyaretimizle birlikte Buda kıyısındaki yolculuğumuz tamamlanıyor. Artık nehrin diğer kıyısına geçmenin zamanı geldi.
Buda’dan Peşte’ye geçmek için 6 farklı yolumuz var. Evet eminim ki Gellert Tepesi’nden bakarken bu 6 farklı yolu/köprüyü siz de fark etmişsinizdir. Tuna Nehri üzerine inşa edilmiş bu köprüler kentin iki yakasını bir araya getiriyor.
Biz şimdilik Margaret Köprüsü üzerinden Margit Adası’na uğrayarak karşıya geçeceğiz. Margit Adası, Buda ile Peşte’nin tam ortasında yer alan ve yılın her mevsimi, her anı yerel halk ve turistlerin ziyaret ettiği, dinlendiği, spor ve piknik yaptığı, kitap okuduğu kısacası sosyalleştiği yemyeşil bir ada. Adaya ayak bastığınız an siz de kendinizi bu ortama kaptırıp günün yorgunluğunu yemyeşil çimlere uzanarak çıkaracaksınız. Çıkarın! Çekinmeyin. Rahatça yayılın, dinlenin!
Budapeşte’nin Peşte’si
Nasıl ki Buda tarafının görülesi yerleri peşi sıra tepelerin üzerindeydi, Peşte tarafında ise tüm hepsi meşhur, dümdüz Andrassy utca’nın üzerinde yer alıyor.
Deak Ferenc, İstanbul’un Taksim’i neyse Budapeşte’nin o’su: Şehrin Kalbi. Tüm metroların kesişim yeri, Budapeşte’nin gündüz-gece en hareketli yeri ve Andrassy utca’nın başlangıç noktası.
Tıpkı diğer yerler gibi Andrassy utca’yı da iki şekilde gezebilirsiniz. Her zaman olduğu gibi yürüyerek veya -bu seferlik- metro ile. Andrassy utca altından geçen 1 numaralı sarı metro hattı Avrupa ana kıtasının en eski metrosu olarak isim yapmış. Bu yüzden en az bir kez sarı metroyu kullanmak gerekiyor. Bana sorarsanız caddenin sonuna kadar yürüyerek gidelim ve sonra dönüşü sarı metro ile yapalım! -Yanlış anlaşılmasın. Yukarıdaki görsel metronun değil, Budapeşte’nin “bence” bir diğer simgesi sarı tramvaylarının görseli. Tüm şehri dilerseniz bu şirin tramvaylarla da gezebilirsiniz.-
Andrassy utca cetvelle çizilmiş gibi dümdüz, upuzun, bir cadde. Deak Ferenc Meydanı’ndan başlayarak cadde üzerinde sağlı sollu dizilmiş birbirinden güzel mimariye sahip binalar eşliğinde Şehir Parkı’na kadar uzanan bir cadde. Her binanın kendisine ait eminim ki inanılmaz hikayesi vardı. Ben ikisinden bahsedeceğim.
Biri -neredeyse tüm Avrupa şehirlerinde tıpkı kiliseler gibi olmazsa olmaz binalarından- Opera Binası! Meraklılarına önemle hatırlatmak isterim ki biletinizi önceden almazsanız, dur Budapeşte’ye gelmişken bir de operaya gidelim derseniz hayal kırıklığına uğrayacaksınız. O yüzden biletiniz önceden edinmenizde fayda var.
Bir diğer önemli yer ise Terör Müzesi. Nazi Almanya’sına dair bir çok hikaye barındıran müzenin önünde ayrıca yıkılan Berlin Duvarı’nın bir parçası ile Demir Perde Sovyet Birliği’ni tasvir eden bir anıt bulunuyor.
Caddenin sonunda ise Kahramanlar Meydanı’na ulaşıyoruz.
Kahramanlar Meydanı, Budapeşte’nin oksijen kalbi sayılabilecek Kent Parkı’nın hemen girişinde. Kent Parkı sadece Kahramanlar Meydanı’na değil aynı zamanda devasa boyutlardaki 1 yıllık bir süre boyunca dökülen kum tanelerine sahip Kum Saatine de ev sahipliği yapıyor.
Bir diğer ev sahipliği yaptığı anıt ise 1956 yılında gerçekleşen Macar Devrimi anısına yapılan anıt.
Ve tabii ki Avrupa’nın en büyük açık hava buz pisti de yine Kent Park içerisinde.
Herhalde bunun için açıklama yapmaya gerek yok, buz pistinin keyfini çıkarabilmek için Budapeşte’yi kışın ziyaret etmemiz gerekiyor. Ne de olsa Doğru Avrupa’yı kışın gezmek gerekiyor, siz ne dersiniz? Kış nedense bu şehirlere daha çok yakışıyor sanki?
Eğer yazın Budapeşte’deyseniz üzülmeye gerek yok. Kışın buz pisti olarak kullanılan bu yapay gölde yazın kürek çekebilir, deniz bisikleti pedallayabilirsiniz.
Daha sonra da gününüzün geri kalanını Vajdahunyad Kalesi’ni gezerek geçirebilirsiniz.
Böylece Kent Parkı’nda da görülmeyecek bir yer bırakmayarak sarı metroyla tekrardan merkeze, Deak Ferenc Ter’e dönebiliriz. Buradan sonra artık yönümüz Tuna’nın kıyısı. Ama önce son bir ziyareti de Budapeşte’nin en büyük kiliselerinden birine St. Istvan Bazilikası’na yapacağız.
Tüm heybetiyle şehrin ortasında yükselen bu bazilika aynı zamanda Budapeşte’nin en büyük yapılarından biri!
Bazilika’dan daha yüksek olan yegane yapı ise bir diğer görülesi bina olan Parlemento Binası. Dilerseniz rehber eşliğinde içini de gezebileceğiniz Parlemento Binası’nı en güzel Buda kıyısından görebilir, yanına geldiğinizde ise heybetiyle heyecanlanabilirsiniz.
Budapeşte için Son Sözler
Hızlı bir gezi/yazı olduğunun farkındayım. Üstelik de en başında bu şehrin çok küçük olduğunu, gezmenin çok kolay olacağını söylemiştim. Ama öyle hissettiriyor gerçekten! Gezerken aslında mesafelerin ne kadar da yakın olduğunu hissediyorsunuz. Belki de şehir sizi öyle bir sarmalıyor ki zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Şehir kültürle, sanatla, tarihle öyle iç içe ki her köşe başında sizi etkileyen yeni bir şeyle karşılaşıyorsunuz ve bu yüzden belki de şehrin tüm gezilesi yerleri birbirine çok yakın geliyor.
Son sözüm acıkan karnınızla, geri dönerken yanınızda götüreceğiniz -maddi- hatıralarınızla ilgili olacak.
Siz de benim gibiyseniz geri dönüşte mutlaka bu şehirden, bu ülkeden, bu insanlardan, bu kültürden yanınızda bir şeyler götürmek isteyeceksiniz. Bunun için Central Market’e uğramanız gerekecek. Özgürlük Köprüsü’nün hemen yakınında yer alan bu yerel pazarda yiyecekten kıyafete – hediyelik eşyaya kadar arayacağınız her şeyi uygun fiyata bulacaksınızdır; uğramadan dönmeyin.
Ve son olarak bir tanesiyle yetinmeyeceğiniz bir tatlı bir tuzlu tavsiyesi. Türkiye’de yeni yeni makara adıyla satılmaya başlanan şekerli Kurtos Kalacs’tan ve üzerine renden peynir, ekşi krema ve ezilmiş sarımsak (korkutmasın sizi, enfes bir karışım oluyor) olan Langos yemeden dönmeyin!
Gezdiniz, gördünüz, acıktınız. Afiyet olsun!
Ve -söz bu kez son- sözüm siz kitapseverlere. Hepimizin hayatı bir noktada Ferenc Molnar’ın o unutulmaz eseri A Pal utcai Fiuk yani Pal Sokağı Çocukları kitabı ile kesişmiştir. O yüzden okurken kendinizi içinde bulduğunuz, o çocuklardan biri olarak hayal edip onlarla beraber koşup top oynadığınız sokakları gerçekten gezip görebilirsiniz, görmelisiniz. Nemeçek ve arkadaşlarının okuduğu okulun önündeki heykellerle, Pal Sokağı Çocukları’yla, fotoğraf çektirip uğruna mücadele ettikleri top sahasını -günümüzde çok katlı bir bina var yerinde:///- görüp çok güzel bir hikayeyi de yaşayarak mutlu bir şekilde Budapeşte gezinizi tamamlayabilirsiniz. Budapeşte’ye gitmeden mutlaka kitabı yanınıza alın. Gördüklerinizden sonra dönüş yolculuğunda bir solukta Pal Sokağı Çocukları’nı -tekrardan- okuyacağınıza eminim.